27 Mayıs 2021 Perşembe

Gezi Günlükleri Kore

 Bir sürü güzel şey ve çoğunlukla bir sürü kötü şeyin ardından burdayım. Ve sanki dünya kaosa sürüklenirken ben en rahat, mental olarak en mutlu günlerimi yaşıyorum.  

 O kadar uzun zamandır yazmıyorum ki yine cümle kurmaya yabancılaşmış gibiyim ehehe. Neyse. Pandemi günlerinde en fazla semt değiştirebildiğimden -ki bunu bile yapmıyorum en fazla iki sokak üstteki marketteyim- seyahat zamanlarımı çok anımsar oldum. 2019 yazında kankitoperipellalarımdan aleyna ile 2 haftalık bir Güney Kore seyahati gerçekleştirmiştik mükoydu. Henüz anlatmaya bile başlayamadan gözlerim dolmaya başladı ühü.  Bu seyahatimizde birçok olumsuzluk yaşamış olsak da aynı zamanda çoook fazla eğlenceliydi. 

 Yine bilgisayarımı değiştirdiğim için aktardığım birçok fotoğraf eski bilgisayarımda kaldı. Bu yüzden telefon arşivimi kurcaladım, girişi de şu fotoğrafla yapmaya karar verdim. Uçağa bindik, okyanus izliycem ehüehü derken kanat kısmı olduğu için hiçbir şey görünmüyo hjkshlkj böylece harika cam kenarı manzaramla yolculuk başladı. 


En uzun uçak yolculuğumdu yaklaşık 13 saat sürdü. Bir şeyler izlerim vakit geçer diyordum ama mini ekran film dizi vs oynatmıyormuş. Birkaç şarkı ve gece yarısı yayınlanan prank videoları gibi bir seri dışında hiçbir şey yoktu. Bol popo ağrılı ve sıkılmacalı bir yolculuk oldu kısacası. 



Ama harüka bir bibimbap yedim. Seyahat öncesi planlar liste hazırlamalar en büyük hobilerim dahilinde olduğu içün alınacaklar listemin başında sağda görünen ketçup paketi içerisindeki bibimbap sosu vardı. Tabiki almayı unuttum onu. Soldaki tatlı yumurta ve bi çeşit tatlı kimchiydi sanırım unuttum. Birde karidesli bir çorba verdiler ama balık kokusu çok çok yoğundu yiyemedim. Ama kahvaltı kötüydü bana dokundu sebebi sosisin domuz olması olabilir. Uçakta 13 saati doldurmamızın ardından sonunda inebildik. Pasaport kontrolünden sonra bavullarımızı alıp evimize nasıl gidebilirizi çözmeye çalıştık. Uçakta tanıştığımız bir arkadaşımız bize havaalanının otobüslerini kullanarak rahatça gidebileceğimizi söyledi, görevli birkaç koreliden bizim için yol tarifi aldı. Birkaç gün sonraya hongde civarında buluşmak için randevulaştık bize seyahat boyunca çok yardım etti gerçekten. Daha sonra o da otobüsüne binip yanımızdan ayrıldı. Biz otobüsle yapamayacağımızı anlayıp metroya yöneldik kjdfhksjh 

Metro sistemleri gerçekten inanılmaz. Başta çok korkutucu gelmişti çünkü ordan oraya aktarmalar hat değiştirmeler vs ama öğrenmemiz için 1 gün yetti. Hatta Aleyna metroda diğer turistlere yol tarifi veriyodu skjdfkjd. Ama ilk gün tabiki beceremeyip metroda rastgele birinden yardım istedik. O kadar minnoş bi kızdı ki bizimle birlikte doğru hata kadar yürüyüp pıtı pıtı geri döndü. BEBEK YA. 

Yaklaşık 45 dakikada evimizin üst sokağındaki metro istasyonuna varmıştık. Gerçekten inanılmaz kolay bir metro yolculuğuydu. Nedense daha karışık bir şeyler yaşayacağımızı düşünüyordum ama çok kolay bulduk. Evimiz Hongkik Üniversitesinin arka sokağındaydı bu yüzden her sabah okula giden üniversiteli öğrencilerle aynı sokağı paylaşıyorduk. Evin bulunduğu yer gerçekten çok tatlıydı. Uzun dar bir sokak ve her 5 metrede bir soldan farklı bir sokağa açılan ara dar sokaklara sahipti. Bizim evimizin olduğu sokak boyunca minik bir nail salonu, pizzacı, kendi halinde takılan bi dondurma dükkanı, çok tatlı manav yşlı. bi çiftin dükkanı vardı. Birde ünlü bir Japon ramen restoranı vardı. Dükkan önüne Japon feneri asmışlardı ve gece çok hoş mistik bi kırmızı ışık saçıyordu fener. Bütün sokak ondan gelen kırmızı ışıkla aydınlanıyordu.

Kore'de evlerin büyük bir çoğunluğu şifreli sisteme sahip. Anahtar yok, sizin belirlediğiniz şifreyi tuşlayarak giriyorsunuz. Ev sahibi bize şifreyi vermişti ama sonra haberimiz yokken değişmiş o yüzden kapıyı zorlayarak açmıştım ve alarm çalmaya başlamıştı kjfsjsljdf mekan fark etmeksizin her yerde fail anlar yaşamakta sıkıntı çekmiyoruz. Evimizin içi inanılmaz tatlıydı. Bir sürü oyuncak ve tatlı minik biblolar vardı. Tek kötü yanı camı duvara bakıyordu bu yüzden odanın için havalanmıyordu ve sıcaktı. Sürekli klima çalışıyordu. 

Kore saatine göre sabah varmıştık bu yüzden eşyalarımızın bi kısmını yerleştirdikten sonra birkaç saat uyukladık. Akşama doğru da hem etrafı gezmek hem de akşam yemeği için Hongde'ye geçtik. Geçtik diyorum ama zaten o da 2 üst sokağımızdı. Hongde'de yeni bir bağımlılık edinmiştim. Adı game center... Aleyna durdurmasa bütün paramı orda harcıyordum. Hatta birkaç güne hasta olup toparlandığımda kendimi mutlu hissedeyim diye aleyna beni tekrar game centera getirmişti. Ne yiyeceğimize karar veremediğimiz için ilk gün seven elevendan bir şeyler alalım dedik çünkü market alışverişini dört gözle bekliyorduk. Seven eleven 7/24 açık market ve neredeyse her şey var. Bazılarının oturma alanı var bazılarının yok. Bizim sokağımızdakinde oldukça geniş kapalı bir oturma alanı vardı. Gerçekten böyle bir hizmet lüks ya. Düşünsene gecenin bi körü bunalıyosun ve sokağındaki bakkalvari market çakması seven elevena gidip abur cubur, kahve zart zurt artık canın ne istiyosa alıp istediğin gibi takılıyorsun. Bu da Kore'nin en sevdiğim artılarından biri.
Ama üzülerek söylüyorum o kadar güzel abur cubur ramen yemek vs varken ilk 1 hafta en berbat şeylere denk gelip aç gezdik. O akşam yediklerimiz ve ertesi gün yiyeceğimiz tavukların ardından odamızdaki lanet klimanın da etkisiyle birkaç gün arayla hastalıktan yerde sürünmeye başlayacaktım. 


İşte ilk gün aldığımız o korkunç şeyler bunlar. Hiçbirini almayın... Sadece soju ve kimchiyi alın. Çünkü kalanı gerçekten rezalet ötesi rezalet. Ramenler acıdan yenmiyor, ki ben acıya bayılan biriyimdir ama bunların bir tadı yok sadece acı lezzet sıfır. Dobbokiyi istanbulda deneyip beğenmemiştim o yüzden beklentim yoktu yine beğenmedim değişen bi şey olmadı. Solda cips adı altında iğrenç kusmuk bi şey var o da çöp. Bizim için ilk akşam çok üzücüydü ne umduk ne bulduk oldu jslkjfsjf. Bu harika yemek ziyafetinin ardından uyuduk. O gece de beni klima çarptı :')
Ertesi sabah uyandığımda hafif ateşim çıkar gibi oldu ama duş alınca daha iyi hissettim.  Evde yiyecek bir şey olmadığından dışarda bir yerlerde yeriz dedik. Bir yandan jetlag, bir yandan önceki gece yediğimiz iyyyrenç şeyler sebebiyle allak bullak bir sabah yaşamıştık. Sabahtan akşama kadar Hongdae'de alışveriş turundaydık. Günü tamamen alışverişle geçirdik. Yolumuzun üstünde thailand markalı bubble tea dükkanı vardı deneyelim dedik ama ben frozen bubble aldım kahve çay ikilisinden nefret edeceğime emindim çümkü. Aleyna'nınkinden denediğim kadarıyla da haklı çıktım. Bi ara eve dönüp aldıklarımızı bıraktık, kıyafetlerimizi değiştirip yemek için tekrar dışarı çıktık.

 O akşam güzel olduğunu düşündüğümüz bir tavukçuya girip karışık bir tabak istedik. O an anladım bu ülke insanı tuz ve şekeri birbirine katmayı çok seviyordu. Gelen tavukların üzerine pudra şekeri dökülmüştü resmen. Başka kısımdaki tavuklar da şeker kaplamalı bi şeydi. Soğan halkası ve patates de vardı tabağın içinde. O tabaktaki tek tuzlu şey patatesti ve ne yazık ki 5-6 parça bi şey vardı. Yiyemeden kalktık. Beslenemiyoruz diye ağlıyorduk yolda... Zaten o günden sonra da ben baya hasta olarak geçirdim günleri. İlk 2 günümüz böyle geçti, bu kısım da postun sonu olsun. Hadi öpt

 

17 Haziran 2020 Çarşamba

#gezigunlukleriGent gün 2

Şükürler olsun ki konforlu ve rahat bi uyku çektiğim için gün süper başlamıştı. Kaldığımız otelin hemen karşısında kocaman bi carrefour olduğundan kahvaltı için oraya gittik. Kruvasanımı koyacak poşet tarzı bi şey bulamadığım için sormak için görevli arıyodum ki arka taraftan gelen türkçe flemenkçe karışık küfürlü bi telefon konuşmasına şahit oldum. Küfür eden görevli türk ablamıza kruvasanımı neye koyabilirim dediğimde önce aaa merhaba dedi, sonra yerini gösterdi. Tatlı biriydi lol. Gent'teki belçikalıları türkler yemiş galiba her yer türk bu nasıl mümkün olabilir...

Markete her girdiğimde aşırı ucuz ve çok lezzetli görünen bir sürü tatlıyla bakışıp hiçbirini almadan çıktım. Akşam dönerken alırız mantığıyla hareket ettiğimiz için akşam da alamıyoruz çünkü erkenden kapanıyor. Şu çilekli turtayı tek başıma bile bitiririm ama yanımda taşıma derdi olmasın diye almadım.


Bir önceki gün keşfettiğimiz kilisenin arkasındaki parka gidip kahvaltı yaptık. İnanılmaz güzel bi parktı, çok büyük değil ama 4 yolun ayrımının tam ortasında  etrafı tamamen ağaçlarla ve papatyalarla kaplı, çok farklı bi enerjisi vardı.




Kahvaltıdan sonra şehir turumuza kaldığımız yerden devam ettik. Gent'in ara sokaklarında o kadar farklı şeyler var ki, mesela hiçbir yere benzemeyen bi ara sokağında çok güzel bi sabun dükkanı vardı. Önünden her geçtiğimde tertemiz sabun kokusunu sapık gibi koklaya koklaya geçiyodum. Yine kaybolup rastgele kendimizi oraya buraya attığımız başka bi sokakta da kanal manzaralı küçük bir dinlenme yeri yapmışlardı. Şöyle göstereyim



Daha sonra Gravensteen Kalesi'ne gittik. Bu kale tarih boyunca çok amaçlı kullanılmış ev, hapishane,mahkeme, pamuk fabrikası... Kalenin restore edilmesiyle günümüzdeki halini alıyor. Kontların Kalesi anlamına gelen Gravensteen Kalesi'nin müzesinde o döneme ait silahlar sergileniyor ama biz müzeye girmeyi unuttuk lol o yüzden bu yazıya yalnızca dışarıdan çektiğim fotoğrafları ekliyorum. Dışardaki bahçesinde kazlar vik vik yürüyodu. 



Müze odalarından birinde işkence aletleri de bulunuyormuş. Ceza hukukunda kimse suçunu itiraf etmeden cezalandırılmadığı için itiraf etmeleri için gizlice ve insanlık dışı işkencelerin yapıldığı söyleniyor. İşkencenin kaledeki önemi büyükmüş, aslında ben de bu şekilde öğrenmiştim kaleyi. İdamı istenen suçlu itiraf edene dek işkence ile acı çekerek öldürülüyordu. Bunların önüne geçmek için Joseph Ignace Guillotin, 18. yyy sonlarına doğru giyotini icat ederek suçluluların daha az acı çekerek idam edilmesini sağlıyor. Müzede orijinal bir giyotin demiri de varmış öğrendiğim kadarıyla. Biz kısıtlı zamanımız içinde oraya girelim şuna bakalım aaa müze burdaymış dönüşte girelim diyerek unuttuk giremedik bu konuda biraz üzgünüm...

Öğleden sonra hava bozmaya başladı, birden o kadar kasvetli oldu ki mükemmeldi. Sanki gökyüzünden ruh emiciler inmeye hazırdı. Böyle havalarda kulaklığı takıp depresif bi şekilde şehri turlamaya bayılıyorum such a drama queen. 

                   




Burayı çekmemin sebebi, şehirde internetin en iyi çektiği yer bu banklardı. Annem babamla konuşmam gerektiğinde buraya çömüyodum sjdhfkshfkjshdf burda hatıra fotosu da çekildim ama tipim bok. 

Bütün gün boyunca deli danalar gibi ordan oraya girip çıktığımız için artık pilimiz bitmeye başlamıştı. Pizza yediğimiz yere döner yemeye gittik, evet döner. Birçok arkadaşım yurt dışındaki dönerlerin çok güzel olduğunu söylemişti, denendi onaylandı gerçekten lezzetliydi. Ne farklı diye düşünürsek içerisindeki soslar. Size birkaç sos seçeneği sunuyorlar ben acı ve sarımsak sos koydurdum iyi ki denemişiz. 

Biz yemek yerken yağmur başlamıştı, her yeri bi anda ıslak toprak kokusu sardı o kokuyu hala unutmadım. Çoğzeldi. Ek olarak Amsterdam'da bizim için artık ''tacize'' kaçan girişken tavırları Gent'te de yaşadık. Hoş değildi. İşin en ilginç tarafı bu ülkelerde bulunan,gezen arkadaşlarımızla olan biteni paylaştığımızda hepsi çok şaşırdı size öyle gelmiş olmasın yorumu bile aldım hatta. Bütün psikopatlar bize denk gelmiş herhalde.

Gent'in güzelim kasvetli havası beni o akşamüstü kendine hayran bıraktı. Bir önceki gece planlayıp gerçekleştiremediğimiz marketten bi şeyler alıp gece kanalda takılma planımız bu sefer yağmur yüzünden suya düşmüştü. Yağmur uzun bir süre devam etmişti ama yarın Amsterdam'a dönmem gerekiyordu, o yüzden şemsiyelerimizi açıp yine ordan oraya tırım tırım dolanmaya devam ettik. Attığımız her adımda Ali ile birbirimize biz burda yaşaruhh diyip durduk. Gece 1 gibi otelimize geri döndük, sabah 6'da Amsterdam otobüsümüz kalkıyordu erkenden uyuyalım dedik bu yüzden asla uyuyamadık. Saat 4 gibi gözüm kapandı 5'e alarm kuruluydu gözlerimi açıp kapamam bir oldu. Ali'ye dedim sen uyuma ben uyuycam geldiğimizde uyandırırsın sağolsun bacısının gülü sayesinde otobüste biraz uyukladım. Metroyla havaalanına geçerken ayı oğlu ayılar yanlarına oturmayalım diye çantalarını boş koltuklara koyuyolar ya da bacaklarını uzatıyolardı. Havaalanına vardığımızda da bavullarımı teslim ettim. Ali beni havaalanına bıraktıktan sonra Hollanda'da yaşayan kuzenleriyle buluşacaktı o yüzden onunla vedalaşıp freeshopta takıldım. Telefonumun şarjı bitmişti prizli köşeyi kapıp telefonu şarj ettim, annem neli peynir aldın diye mesaj atmıştı. Almamıştım :'D İçerden rastgele bir peynir seçip aldım sarımsaklıydı ve dedemler tattığında çok beğenmişti keşke 2 tane alsaydım. Tek peynir asla yeterli gelmiyor aklınızda bulunsun...

Uçağa binmeden umarım yanımda kimse oturmaz rahat rahat yatarım demiştim öyle oldu kimse yoktu yanımda bi yemek için uyandım, göz açıp kapayana kadar İstanbul'a inmiştik. Bir seyahat de böyle son buldu. 


17 Ocak 2020 Cuma

Kalbim Gent’te #gezigunlukleriGent

3 saat olarak planlanan ama trafik yüzünden 6 saat süren (sanki İstanbul seyahatindeymişim gibi) Gent yolculuğumuz sonunda bitti. Şehre girer girmez rezervasyon yaptırdığımız oteli gördük, yürüme mesafesi az olduğu için sevindirici bi şeydi bizim için çümkü artık bavul taşımaktan ağlamak üzereydim. Şehir tamamen griyle kaplı, girişinde fabrikamsı  tuhaf  yapılar ve mecidiyeköyü andıran yolları vardı. Doğal olarak :(((( olduk. 

Kaldığımız otel şehrin biraz dışındaydı 10 dakikalık yürüme mesafesiyle merkeze ulaşabiliyoduk. İkimiz de çok yorgunduk o yüzden hem kısa bi şehir turu yaparız hem de karnımızı doyururuz diyerek eşyalarımızı odaya bırakıp otelden çıktık. Ayrıca kaldığımız otelin bulunduğu bölge türk mahallesi gibi bir şeydi, her yerde türk marketleri türk kasapları ve kahvehane(evet) vardı.






Merkeze inerken büyük bir figür dükkanının önünden geçtik ama fotoğrafını çekmemişim. Ordan bi şeyler almayı istememe rağmen dükkanı 1 kez bile açık görmedim. Şehri gezerken adını unuttuğum kilisenin arkasında inanılmaz güzel bi park bulduk, ertesi gün kahvaltı için oraya gittik. 

Gent'te inanılmaz çok türk var. Yolda annesiyle yürüyen bebek için çk ttlı yaaa agu bugu yapıyoduk, annesi koşma denizcim diye seslendi. Mesela şehri turladıktan sonra bi şeyler yemek yemek için pizza ve döner satan bi yere girdik. Çoğu dönercide türkçe bi şeyler yazıyo ve bazı dönercilerin sahibi yabancı olabiliyor o yüzden girdiğimiz dönercinin türk olduğunu düşünmemiştik çünkü türkçe bi şey de yoktuk. -Neden dönerci diyen olursa; 7'den sonra her yer kapanıyor. Genel olarak türk bakkalları ve dükkanları açık kalıyor ve bence korkunç bi durum...- Dönerciye girdik ama pizza söyledik çünkü pizza da vardı ve neden olmasındı. Siparişimizi alan kişi başta flemenkçe konuştu, daha sonra ingilizceye döndük ve sonunda dükkanda bulunan herkesin türk olduğu anlaşıldı lol.

Pizzaları mideye indirirken hava kararmaya başlamıştı. Gent'in gecesi ve gündüzü 2 farklı şehir gibi. Gündüz griyle kaplı boğuk bi şehir, gece ise... Anlatılmaz yaşanır. <3 Güneş batmaya başlayınca gent beni kendine aşık etmeye başladı. Birkaç fotoğrafla bu güzelliğini göstermeye çalışıcam. 









Çok güzeldi :( Gent bana fazlasıyla Eskişehir'i anımsattı, en büyük sebebi öğrenci şehri olması. Son fotoğraftaki kanal etrafında gece öğrenciler vakit geçiriyor. Gent beni o kadar etkilemişti ki o gece anneme beni yüksek lisans için Gent'e gönderir misiniz diye mesaj atmıştım :') 

Yol ve bavullar bizi inanılmaz yorduğu için 12 gibi otele geri döndük. Açık bi market kahveci vs olsaydı bi şeyler alıp kanalda oturucaktık AMA YOKTU. O yüzden otele dönüp güzelce uyuduk. 

2 Aralık 2019 Pazartesi

I'M BACK BITCHEZ ve tabiki #gezigunlukleri hoşçakal Amsterdam

Slm. Çook uzun zamandır yazamadım sebebi bilgisayarımı okulun xray cihazına sıkıştırıp kırmam, evet. Hemen yeni bilgisayar da alamadım FALAN FİLAN derken aylar sonunda tüm eski dosyalarımla birlikte bilgisayarıma kavuştum, tenk god.

Bu süre zarfında birçok dizi,film,anime izledim; güzide ülkemizin güzide şehirlerini dolaştım (sadece 2 şehir) ve 2 haftalık Kore seyahati yaptım. Yarım kalmış gezi günlükleri serime kaldığım yerden devam ediyorum ama biraz yazmayı unutmuş gibi hissediyorum, o yüzden bolca anlatılmak isteneni anlatamayan cümleler kurabilirim.


4. gün olan Amsterdam'daki son günümüz yağmurluydu, şehir bize veda ediyordu... Neyse ki şemsiye getirmiştim donumuza kadar ıslanmadan Gent'e giden otobüs hattına geçebildik. Sabah erkenden toparlanıp çıkışımızı yaptık. Yanlış hatırlamıyosam 10 gibi hostelden ayrıldık, yaklaşık 20 dakikalık metro yolculuğu sonrasında Gent'e giden otobüslerin kalktığı metro istasyonuna geldik. Aslında planımızda tren yolculuğu vardı ama sınırlı bütçemizle neden ucuzunu kullanmıyoruz ki dedik??Ve Flixbus kullanarak gitmeye karar verdik.

 İstasyona geldiğimizde bileti alacağımız gişeyi ararken görevli biletlerin yalnızca internet üzerinden satıldığını söyledi. Orda küçük çaplı bi kalp krizi geçirdim çünkü ya biletler bittiyseydi... Bitmemişti neyse ki. Starbucksın internetini kullanarak biletlerimizi hemencecik aldık temk yu starbucks <3 


Tek sorunumuz otobüsün saat 3'te kalkacak olmasıydı yani koca bir 4 saatimiz ve  sağanak yağmurumuz vardı. Kahvaltı etmediğimiz için patates kızartması aldık (hiltış layf) ve tabiki hamburger (dabıl hiltış layf)... Ucuz diye hamburger yemekten hamburger köftesine dönüşmemize çok az kalmıştı.
İnanılmaz derecede çok çok fazla patates kızartması satılıyo. O yüzden gelecek planlarımda Hollanda'ya kumpirci açmak var bu halk patatesi seviyo.


Patates bildiğimiz patates yani bi olayı yoktu ama ketçap bildiğimiz ketçap değil. Hafif ekşimsi tatlımsı salça gibiydi kıvam ve tat olarak. Karnımızı süper sağlıksız bi şekilde doyurduktan sonra starbucksa geçip telefonlarımızı şarj ettik, otobüs saatine kadar metro istasyonu içinde zaman öldürdük kısacası. Bi ara bavulları Ali'ye bırakıp gratis vari bi dükkana girdim elimdeki bozuk paraları çıkartmak için. Romantik bir serseri olduğum için, soğuk ve yağmurlu havada müzik dinlerken kahve içmezsem olmazdı. 

Hazırlayan kadın çok tatlı yaşlı bi kadındı^^  içerde biraz bunaldığımız için bavulları alıp dışarı çıktık ''nolcak yeaa şemsiyemiz var üstü kapalı bi yer buluruz'' diyerek ama ıslandık mı evet ıslandık.


 4 saat sonunda şükür ki otobüsümüz gelmişti şoförümüz uyuz bi fransızdı. Aynı bizdeki şehirler içi otobüslerdeki gibi Ayvalık- Çanakkale yazısını düşünün bu otobüslerde de Paris-Gent yazıyo. Ama bizim bineceğimiz otobüs o yazıyı gelince indirmişti, emin olmak için şoföre sordum Gent'e gidiyor di mi diye. Bana dedi ki matmazellll evet orda yazıyor!!!! Ama yazmıyodu, olmadığını gördüklerinde kartı koydular. Ayrıca yolun yarısında yolculardan birinin köpeği var diye köpeğiyle indirildi :( Uyuz şoför arayıp indirip indirmemesi gerektiğini sordu ve indirmesini söylediler, çok üzüldüm. Böylece Amsterdam'a veda ettik.

 

25 Nisan 2019 Perşembe

#gezigunlukleri Volendam

Amsterdam'da bulunuşumuzun 3. günü ve rotamızda komşu kasabalara seyahat etmek vardı, bu yüzden merkez istasyondan kasabalara giden otobüs biletlerini almak için yola çıktık. Nereye gidersek gidelim karşımıza mutlaka bir türk çıkıyordu ve yine çıktı... Hiçbir şekilde türkçe konuşmamamıza rağmen otobüs biletlerini nereden alacağımızı sorduğum istasyon görevlisi ''Şurdan sola dönün dümdüz ilerleyin orda'' diyince bi afalladık sonra gülüştük. Her yer türk...

Biletlerimizi aldıktan sonra gelen otbüsümüze bindik ve yola çıktık. Yol boyunca otlayan inekleri ve tarlaları izledim.



Yaklaşık 40 dakikalık otobüs yolcuğu sonunda Volendam'a ulaştık, bizi kasabanın girişinde hayat kurtarıcımız yiyecek otomatı karşıladı. Yine yeşillik dolu, denize kıyısı olan harika bi kasaba. Kasaba girişinde kermes tarzında bi pazar kurulmuştu aynı bizdeki bit pazarlarına benzer el işi ıvır zıvırlar, ikinci el ürünler, dandik kazaklar falan satılıyor. Bana fiyatlar biraz uçuk geldi o yüzden üstün körü göz attık ve kasabanın içine doğru ilerledik. 

Hofffffffffffffffff şuan hatırladıkça biraz üzüldüm, hala neden Volendam'da bi evimiz yok diye sorguluyorum skldjfksjdfkjs bi şeyleri kabullenmem zaman alıyo...

Kasabadan birkaç fotoğraf atarak devam edeyim yazıma.




Amsterdamda bulamadığımız amsteeli sonunda bulduk 2,5 euroydu. Market gezmeleri <3 ben olduğu için marketi talan ettim. Süngerboblu aşırı tatlı bi çikolatalı bisküvi buldum ama almadığım için onun pişmanlığını hala çekiyorum... Bide su Amsterdam'a göre 1 euro daha ucuz olduğu için bi sevinçle 4 şişe su almıştık, musluktan akan suyun içildiğini bilmeden :') 

Kasaba küçük ve çok tatlı bi kasaba. Evler de minicik ve aşırı ses geçiriyor, içerde konuşulanı evin yakınından geçtiğinizde çok rahat duyuyorsunuz. Kasabayı gezdikten sonra yemek için yiyecek otomatına koştuk. Hollanda'nın kendine özgü bi mutfağı olmadığı için ve paramızı idareli kullanmaya çalıştığımız için en iyi seçenekler market sandviçleri ve yiyecek otomatları. Marketten tatlımı aldığım için öğle yemeğim otomattan aldığım 2,5 euroluk hamburger oldu.


Volendam'dan yürüyerek (yani yürümek isterseniz) yan kasabaya geçebilirsiniz. Ama zaten aldığınız biletle sınırsız gün boyu kasabaları gezebiliyosunuz. Ertesi gün Belçika'ya geçme planımız olduğu için ve çıkışımızı çok erken saatte yapacak olduğumuzdan diğer kasabaları pek dolaşamadık. Bu güzel, tatlı, samimi, turisti bol kasabaya veda edip otobüse bindik...

Belçika dönüşü yalnızca metroyu kullanarak direkt olarak havaalanına geçeceğim için buradan alışveriş yapma fırsatım olmayacak. O yüzden dönüş yolunda almak istediklerimi alıp hostele öyle döndüm. 

Akşam bavullarımızı düzenleyip her şeyimizi hazır ettikten sonra hostelin lobisinde (müko bi yer çok geniş) kahvemizi höpürdettik. Sigara içmek için dışarı çıktığımda alman olduğunu düşündüğüm bi çocuk translateden çevirmeye çalıştığı cümlesiyle bi dal sigara istedi kslfjklfjksj. Sanırım genel olarak en kötü yanlarından biri bu, saat 7'den sonra her yer kapandığı için su dahi alamıyosunuz. Bizim kaldığımız bölgede 6 gibi kapanıyordu, ne almak istediğimi hatırlamıyorum ama hostelin yanındaki marketten alırım diyip saat 6'yı geçtiği için alamadığım bi şey vardı.

Ot kullanımının çok yaygın olduğu zaten bilinen bi şey ama masanın üzerinde 2 paket ot bırakıp gidebilme rahatlığı... 

Sonuç olarak gecenin yarısı toparlanmak ve lak lak ederek kahvemizi höpürdetmekle geçti. Bisiklet kiralamak son gün kafamıza dank etmişti ama hostel en az 3 günlüğüne kiraladığı için birkaç saatliğine 3 günün parasını vermek istemedik. Keşke ilk geldiğimiz gün kiralasaydık :( Bu postu da hostelin bahçesinde otururken çektiğim dolunay (ben çekerken bulutların arasına girmişti yarısı) fotoğrafıyla sonlandırıyorum.

20 Aralık 2018 Perşembe

#gezigunlukleriAmsterdam gun2

Aradan geçen 3 ay sonra aklıma yarım bıraktığım gezi günlükleri postum geldi ve devam ediyorum...

İlk gün iner inmez 17kmlik bir şehir turundan sonra hostele horul horul uyumaya gittik. Ertesi gün biraz yorgun olduğumuzdan 12 gibi hazırlanıp anca çıkabildik. Kahvaltı için  Albert Heijn'e gittik tabiki, sebzeli sandviç ve yeşil çay vazgeçilmezim olmuştu. Her girdiğim markette de gözüme kestirdiğim abur cuburları ikişer üçer alıyorum çünkü sonraya bıraktığınızda asssssla bulunmuyo çünkü açık market yok. 

Normalde tramvayla veya otobüsle rahatlıkla gidilen bölgelere biz depar atarcasına yürüdük. İkinci gün planımızda Van Gogh Müzesi, Rijkmuseum, Anne Frank'ın Evi ve ara sokak keşifleri vardı. 1,5 saatlik arayış sonunda Anne Frank'ın evini bulduk ama kapalıydı lol bu tam bizlik bi durum. Daha fazla zaman kaybetmeyelim diye Rijkmuseum'a gitmeye karar verdik. Yine yaklaşık 40 dakikalık bi kayboluş sonucunda bulduk. Rembdrandt'ın çoğu önemli eserinin müze yapılan evinde olduğunu sanıyodum burda görünce mutlu oldum ehe. Rijkmuseum'dan birkaç fotoğraf bırakalım şuraya, müzenin giriş kısmı şu şekilde ve gişede biletimizi kesen kişi çok güler yüzlüydü İstanbul'dan geldik dediğimizde giderken güle güle dedi :')




Müze çok geniş bir koleksiyona sahip hem ingilizce hem flemenkçe açıklamalar bulunuyo. Ayrıca bu açıklamaları geniş kartonlara basmışlar sanırım küçük yazıları okuyamayan olur diye yapılmış? Ama onları almanıza izin vermiyolar çünkü çantaya sıkıştırmaya çalıştığımızda güvenlik peşimizden koşturup alamayacağımızı söyledi... 


 Hendrick ter Bruggher'in Kuşkucu Thomas'ı

En sevdiklerimden biri Hendrick Avercamp Winter Landscape with Iceskaters 




Aert van der Neer tarzı çok hoşuma gidiyor ve bu tablosunu da çok beğeniyorum. Bu tablo ve üstünden gelişen olaylarla alakalı çok şey yazardım ama neyssssssss. 


Ve  tabiki Remdrandt'ın ünlü Night Watch tablosu. Rembrandt'ın Osmanlı elçisi mi yoksa sıradan biri mi emin değilim öyle birini çizdiği bi tablosu daha vardı ama onu çekmemişim ya da fotoğrafını bulamadım.




Türk çinileri


Tokalar



4 mevsim kalabalık olmaya ant içmiş. Sabah çok çok erken saatlerde boş oluyo erken kalkıp giderseniz burda bir fotoğrafınız olur. Ya da yazının arka kısmına geçip orda fotoğraf çekildikten sonra fotoğrafı döndürürseniz de olabilir xd Arkada görmüş olduğunuz yapının sol tarafından müzeye giriliyo ücreti 18 euro. Fotoğrafta gözükmese de yine sol tarafta hediyelik eşya dükkanı gibi bi şey var Van Gogh'un ünlü tablolarının kalem kutuları, peçeteleri (!), kartpostalları ve oyuncak bebeklere uydurulmuş başka şeyler var. Diğer ressamlara ait de ürünler var ama çoğunluk Van Gogh, zaten 2-3 dakikalık bi mesafede de Van Gogh müzesi var. Van Gogh için söylüyorum eskiden gişeden de bilet alabiliyodunuz ama artık yalnızca online satılıyor biletler. Girerken bilet çıktısı gösterip giriyodu insanlar aşşşşşşşırı saçma olmuş, bizde bu yüzden giremedik. Ertesi gün gidelim diye düşündük ama Volendam turu yapmaya karar vermiştik müze de 6 gibi kapandığı için giremedik ne yazık ki. 


Burası müzelerin hemen dibinde gerçekten kocaman bi alan. Alanı çevreleyen köşeler ağaçlı ama fotoğrafta çıkmamış, hatta öğle yemeğimizi müze turu sonrası bu çimlerde yemiştik. 

Bu çikolatadan keşke alsaydım tadı eminim dümdüz çikolata ama ambalajı çok hoş ve  elif bebiktom çok beğenirdi o yüzden biraz pişmanım. Fiyatı yanlış hatırlamıyosam 4 ya da 5 euro


Müzeler ve çevresinde işimiz bitince şehri 4 kez tavaf ettik. Her sokakta farklı hediyelikçiler var ve hepsi her türden ıvır zıvır satıyo. Gitmeden ucuza hediyelikçiler nerde bulunur baktığım için buralardan pek bi şey almadım çoğu kişi Volendam gibi yakın kasabalarda fiyatların yarı yarıya olduğunu yazmıştı biz de oralardan aldık. 

Peynir dükkanlarında peynir denedik ama turistler bedavayı kaçırmadığı için çoğu peynir tadımı bitmişti, denediklerimiz de bana acı ve tuhaf geldi. Ben yine Volendam'dan alırım orası daha ekonomik ehüehü yapmış olsam bile ordan da almadım lol. Döneceğim gün havaalanında annemle konuşurken neli peynir aldın dedi ve ben o an hatırladım :') Normalde 5-6 euro olan peynire 10 euro verdim havaalanında. 

Yine almadığıma pişman olduğum başka bi şey de otlu çikolataydı.



Elmalı dutch pie ve cappuccino 5 euroydu, çöktük. Aynı yerde ertesi gün makarna ve içecek 5 euroydu keşke ona da çökseydik ama otomattan hamburger yemiştik...

Amstel içmek için bi bara girdik barmenler 2 gerzek italyandı. Barmen kızlar durmadan aralarında vır vır dedikodu yapıyodu çat pat italyancamla anladım benim de biraz bildiğimi söylediğimde sustular oysa ben sadece mi chiamo denizi biliyorum sfdjhfkjsdk He bide amstel yokmuştu normal bira aldık. Alinin 2,5 euro verip aldığı suyu orda unutmasıyla yolu geri döndük kızlardan birini dövücekti çümkü suyunu çöpe atmışlardı.

Daha 1 hafta olmamış keşke İstanbu'da churros satılsa demiştim ve yol üstünde churros satan bi yer bulduk gömüldük tatlıya. Ama Ali ben İstanbul'a dönünce aynı fiyata 2 katı churros satan bi yerden daha almış böbürlenerek anlatıyodu şrfsz


Ve yerken beyaz tişörtüme nutellayı döktüm :') Saat 11'e geliyodu toplamda 22km yol yürümüştük churros sonrası sürünerek hostele döndük. Amsterdam 2. gün postunu çektiğim central fotoğrafıyla noktalıyorum