17 Haziran 2020 Çarşamba

#gezigunlukleriGent gün 2

Şükürler olsun ki konforlu ve rahat bi uyku çektiğim için gün süper başlamıştı. Kaldığımız otelin hemen karşısında kocaman bi carrefour olduğundan kahvaltı için oraya gittik. Kruvasanımı koyacak poşet tarzı bi şey bulamadığım için sormak için görevli arıyodum ki arka taraftan gelen türkçe flemenkçe karışık küfürlü bi telefon konuşmasına şahit oldum. Küfür eden görevli türk ablamıza kruvasanımı neye koyabilirim dediğimde önce aaa merhaba dedi, sonra yerini gösterdi. Tatlı biriydi lol. Gent'teki belçikalıları türkler yemiş galiba her yer türk bu nasıl mümkün olabilir...

Markete her girdiğimde aşırı ucuz ve çok lezzetli görünen bir sürü tatlıyla bakışıp hiçbirini almadan çıktım. Akşam dönerken alırız mantığıyla hareket ettiğimiz için akşam da alamıyoruz çünkü erkenden kapanıyor. Şu çilekli turtayı tek başıma bile bitiririm ama yanımda taşıma derdi olmasın diye almadım.


Bir önceki gün keşfettiğimiz kilisenin arkasındaki parka gidip kahvaltı yaptık. İnanılmaz güzel bi parktı, çok büyük değil ama 4 yolun ayrımının tam ortasında  etrafı tamamen ağaçlarla ve papatyalarla kaplı, çok farklı bi enerjisi vardı.




Kahvaltıdan sonra şehir turumuza kaldığımız yerden devam ettik. Gent'in ara sokaklarında o kadar farklı şeyler var ki, mesela hiçbir yere benzemeyen bi ara sokağında çok güzel bi sabun dükkanı vardı. Önünden her geçtiğimde tertemiz sabun kokusunu sapık gibi koklaya koklaya geçiyodum. Yine kaybolup rastgele kendimizi oraya buraya attığımız başka bi sokakta da kanal manzaralı küçük bir dinlenme yeri yapmışlardı. Şöyle göstereyim



Daha sonra Gravensteen Kalesi'ne gittik. Bu kale tarih boyunca çok amaçlı kullanılmış ev, hapishane,mahkeme, pamuk fabrikası... Kalenin restore edilmesiyle günümüzdeki halini alıyor. Kontların Kalesi anlamına gelen Gravensteen Kalesi'nin müzesinde o döneme ait silahlar sergileniyor ama biz müzeye girmeyi unuttuk lol o yüzden bu yazıya yalnızca dışarıdan çektiğim fotoğrafları ekliyorum. Dışardaki bahçesinde kazlar vik vik yürüyodu. 



Müze odalarından birinde işkence aletleri de bulunuyormuş. Ceza hukukunda kimse suçunu itiraf etmeden cezalandırılmadığı için itiraf etmeleri için gizlice ve insanlık dışı işkencelerin yapıldığı söyleniyor. İşkencenin kaledeki önemi büyükmüş, aslında ben de bu şekilde öğrenmiştim kaleyi. İdamı istenen suçlu itiraf edene dek işkence ile acı çekerek öldürülüyordu. Bunların önüne geçmek için Joseph Ignace Guillotin, 18. yyy sonlarına doğru giyotini icat ederek suçluluların daha az acı çekerek idam edilmesini sağlıyor. Müzede orijinal bir giyotin demiri de varmış öğrendiğim kadarıyla. Biz kısıtlı zamanımız içinde oraya girelim şuna bakalım aaa müze burdaymış dönüşte girelim diyerek unuttuk giremedik bu konuda biraz üzgünüm...

Öğleden sonra hava bozmaya başladı, birden o kadar kasvetli oldu ki mükemmeldi. Sanki gökyüzünden ruh emiciler inmeye hazırdı. Böyle havalarda kulaklığı takıp depresif bi şekilde şehri turlamaya bayılıyorum such a drama queen. 

                   




Burayı çekmemin sebebi, şehirde internetin en iyi çektiği yer bu banklardı. Annem babamla konuşmam gerektiğinde buraya çömüyodum sjdhfkshfkjshdf burda hatıra fotosu da çekildim ama tipim bok. 

Bütün gün boyunca deli danalar gibi ordan oraya girip çıktığımız için artık pilimiz bitmeye başlamıştı. Pizza yediğimiz yere döner yemeye gittik, evet döner. Birçok arkadaşım yurt dışındaki dönerlerin çok güzel olduğunu söylemişti, denendi onaylandı gerçekten lezzetliydi. Ne farklı diye düşünürsek içerisindeki soslar. Size birkaç sos seçeneği sunuyorlar ben acı ve sarımsak sos koydurdum iyi ki denemişiz. 

Biz yemek yerken yağmur başlamıştı, her yeri bi anda ıslak toprak kokusu sardı o kokuyu hala unutmadım. Çoğzeldi. Ek olarak Amsterdam'da bizim için artık ''tacize'' kaçan girişken tavırları Gent'te de yaşadık. Hoş değildi. İşin en ilginç tarafı bu ülkelerde bulunan,gezen arkadaşlarımızla olan biteni paylaştığımızda hepsi çok şaşırdı size öyle gelmiş olmasın yorumu bile aldım hatta. Bütün psikopatlar bize denk gelmiş herhalde.

Gent'in güzelim kasvetli havası beni o akşamüstü kendine hayran bıraktı. Bir önceki gece planlayıp gerçekleştiremediğimiz marketten bi şeyler alıp gece kanalda takılma planımız bu sefer yağmur yüzünden suya düşmüştü. Yağmur uzun bir süre devam etmişti ama yarın Amsterdam'a dönmem gerekiyordu, o yüzden şemsiyelerimizi açıp yine ordan oraya tırım tırım dolanmaya devam ettik. Attığımız her adımda Ali ile birbirimize biz burda yaşaruhh diyip durduk. Gece 1 gibi otelimize geri döndük, sabah 6'da Amsterdam otobüsümüz kalkıyordu erkenden uyuyalım dedik bu yüzden asla uyuyamadık. Saat 4 gibi gözüm kapandı 5'e alarm kuruluydu gözlerimi açıp kapamam bir oldu. Ali'ye dedim sen uyuma ben uyuycam geldiğimizde uyandırırsın sağolsun bacısının gülü sayesinde otobüste biraz uyukladım. Metroyla havaalanına geçerken ayı oğlu ayılar yanlarına oturmayalım diye çantalarını boş koltuklara koyuyolar ya da bacaklarını uzatıyolardı. Havaalanına vardığımızda da bavullarımı teslim ettim. Ali beni havaalanına bıraktıktan sonra Hollanda'da yaşayan kuzenleriyle buluşacaktı o yüzden onunla vedalaşıp freeshopta takıldım. Telefonumun şarjı bitmişti prizli köşeyi kapıp telefonu şarj ettim, annem neli peynir aldın diye mesaj atmıştı. Almamıştım :'D İçerden rastgele bir peynir seçip aldım sarımsaklıydı ve dedemler tattığında çok beğenmişti keşke 2 tane alsaydım. Tek peynir asla yeterli gelmiyor aklınızda bulunsun...

Uçağa binmeden umarım yanımda kimse oturmaz rahat rahat yatarım demiştim öyle oldu kimse yoktu yanımda bi yemek için uyandım, göz açıp kapayana kadar İstanbul'a inmiştik. Bir seyahat de böyle son buldu. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder